loader image
Anadolu-Kadınlar-Birliği-Bacıyan-ı-Rum-reppatch

Bilinçlen, bilinçlendir:

Anadolu-Kadınlar-Birliği-Bacıyan-ı-Rum-reppatch

Anadolu Kadınlar Birliği: Bacıyan-ı Rum

“Anadolu Kadınlar Birliği” adıyla anabileceğimiz Bacıyân-ı Rum XIII. yüzyılda, Anadolu’da Ahilerin kadınlar kolu olarak, Türkmen kadınları tarafından kurulmuştur. Bu teşkilat Anadolu Selçukluları devrinin en önemli ve ilgi çekici kültür ve medeniyet olaylarından birisi olarak gösterilir. Çok yönlü faaliyet alanlarına sahip olan bu teşkilat, aynı zamanda dünyada kurulan ilk kadın örgütlenmesi olarak da anılır. Tarihçi Aşık Paşazade, Orta Asya’dan Anadolu’ya göç edip yerleşen Türkler tarafından kurulan dört önemli müessese (Gâziyân-ı Rûm, Âhiyân-ı Rûm, Abdalân-ı Rûm) arasında Bacıyân-ı Rûm’u da saymıştır.

Teşkilat

Bacıyân-ı Rum kadınların oluşturduğu bir teşkilattır ve Ahiyân- Rum’un kadın kollarıdır. Liderliğini Ahi Evran’ın eşi Fatma Bacı yapmıştır. Önceleri, Kayseri’de Ahi Evran tarafından kurulan sanayi sitesinde işlenen derilerin artık yünlerini değerlendirmek için bir araya gelen kadınlar, Ahilerle birlikte eğitim görmüş ve ileri dönüşüme ek olarak bir çok alanda faaliyet göstermiştir. XIV. yüzyıl sonunda Moğol istilası sonrası dağılan teşkilatın üyesi olan Bacılar, uç bölgelerde faaliyetlerine devam etmişlerdir.

Fatma Bacı

Muhyiddîn İbni Arabî ve hocası Evhadüddîn Kirmânî’yle birlikte 1205 senesinde Anadolu’ya gelen Ahi Evran, Fatıma (Fatma) Bacı ile evlendi. Evlendikleri konusunda tartışmalar sürmekle birlikte, bilgiyi güçlü kılan ise Ahi Evran ile Hocası Kirmânî’nin şeyh/mürid ilişkisini aşan yakınlıklarını ifade eden tarihî belgelerdir.

Ahi Evran’ın karısı, Anadolu Bacı Teşkilatını kuran ve bu teşkilatın bilinen ilk lideri olduğu bilinen Fatma Bacı kimdir?

Âşık Paşazade Anadolu Bacılar Teşkilatının Selçuklu dönemindeki sosyal zümrelerden biri olduğunu belirtmiş, Hacı Bektaş’ın bu teşkilata yakın durduğunu ve bu teşkilatın önde gelenlerinden olan Hatun Ana’ya bağlılığı olduğundan söz etmiştir. Hacı Bektaş’ın Menâkıb-names’si olarak bilinen ‘’Velayet-name’’de Fatma Bacı, Fatma Ana, Kadıncık Ana, Kadıncık olarak ismi defalarca geçmektedir. Hacı Bektaş’ın Fatma Bacı’yı sıkça ziyaret ettiğini, erenler ve dervişlerin saygı duydukları bir kişi olduğunu, erenlere sofra kurduğunu da belirtmiştir. Fatma Bacı’nın ne zaman doğduğu ise tam olarak bilinmemektedir. Ancak babası Kirmanî’nin 1205 yılında Anadolu’ya gelişinden sonra, Fatma Bacı’nın doğduğu bilinmekte ve bu tarihten sonra dünyaya geldiği daha güçlü bir hal almaktadır. 1261 yılından sonra ise Fatma Bacı’nın ilk çocuğunu doğurduğu bilgisinden yola çıkarak yaşının o tarihte 50’yi geçmeyeceği tıbbi gerçekliğinden yola çıkarak, 1213 senesinden sonraki birkaç sene içerisinde doğduğu düşünülmektedir.

Babası Kirmânî’nin Fatma Bacı hakkında çocukluğunda çok yaramaz olduğunu belirttiği ve bu yaramazlıkla birlikte itaatsiz tutumlarının sabır eğitimi (riyazet) yaptırdığı ifade edilmektedir. Annesi Amine Hatun ile birlikte kızının tahsil yapması, örgü ve dokuma sanatlarını öğretmeye çalışması o dönemde kadına verilen değerin önemli bir göstergesi olmuştur. Ayrıca o dönemdeki Moğol istilası neticesinde Fatma Bacı’nın yaklaşık 14 yıl esaret hayatı yaşadığı notu da düşülmektedir. Fatma Bacı’yı ise esaretten kurtaranların sahip oldukları siyasi güç sayesinde Ahilik Teşkilatı olduğu belirtilmektedir. Ahiler tarafından da esaret sonrası kocası Ahi Evran’ın yanına Kırşehir’e yerleşmesi sağlanmıştır.

Esaretten döndükten sonra ise Moğollara karşı Ahilik teşkilatıyla birlikte ciddi bir mücadele vermiş ve Anadolu’nun değişik bölgelerinde bulunarak çalışmalar yapmıştır. Ahi Evran’nın öldürülmesinden sonra ise yeniden evlenip önce Ereğli’ye daha sonra da Sulucakarahöyük’e yerleşmiştir. Bacıyan-ı Rum (Anadolu Bacılar Teşkilatı)’u kuran Fatma Bacı yaşadığı asrın II. ve III. çeyreğinde çok önemli faaliyetlerde bulunmuştur. Ömrünün sonuna doğru Kırşehir’e gelmiş ve XIII. yüzyılın son çeyreğine doğru burada vefat etmiştir. Ankara’nın Polatlı ilçesinin kuzeydoğusundaki Bacı köyüne defnedilmiş ve kabri burada bulunmaktadır. Fatma Bacı’nın bir de ablası Eymine (Emine) Ana vardır. Halk arasındaki bu isim evrilerek Haymana olmuş ve günümüzde Ankara’nın bir ilçesi bu Türkmen bacının ismini almıştır. Ayrıca Osmanlı devletinin kurucusu Osman Gazi’nin ninesi ve Ertuğrul Gazi’nin annesi olarak da Eymine Ana tarihe geçmiştir.

Faaliyetler

Fatma Bacı önderliğinde kadınlar; örgü, halı kilim ve kumaş dokumacılığı yaparken aynı zamanda okuma yazma, silah kullanma, ata binme, misafir ağırlama gibi farklı alanlarda da eğitim almaktadırlar. Ustalar mesleğe yeni başlayanları eğitmekte, dürüst ve mesleğin gereklerini bilen yeni ustalar yetiştirmektedir. Onların erkekler ile birlikte çalışmaları, akşamları birlikte sohbet edip semah dönmelerinden rahatsız olanlar da bir yandan haklarında gerçek dışı söylentileri yaymaktadır. İslam’a uygun bulmadıkları bu yaşama biçimi onlar için kabul edilemezdir. Oysa göçer kültürünü yerleşik yaşama uyarlarken kadın erkek bir arada yaşamaya devam eden Türkmenler “yârin yanağından gayri her yerde her şeyde hep beraber” demeye devam ediyorlardı. Bugün çayda çıra olarak bildiğimiz halk oyunu akşamları yapılan bu sohbetler sırasında kadın erkek birlikte oynanan danslardan günümüze taşınmıştır.

Dokumacılık ve örgü dışında Bacıyân-ı Rûm üyelerine verilen eğitimlerden birisi de misafir ağırlamadır. Anadolu’ya yoğun olarak göçlerin olduğu bu dönemde gelen kişilerin barınması, göçün yarattığı toplumsal sorunlara çözüm bulma konusunda ahilerin çabaları göz ardı edilemez. Türkmenlerin bu göçler sırasında yeni geldikleri topraklara uyum sağlaması, kısa süreli de olsa barınma sorunlarının çözülmesi için ahilere ait tekke ve zaviyeler çok önemli bir işlev üstlenmiştir.

Rivayet odur ki yine böyle bir günde gelen konuklara sofra hazırlayıp yemek pişirirken Fatma Bacı’ya o sırada Hacı Baktaş’ın Anadolu’ya geldiği malum olur. Hacı Bektaş’ın Anadolu’ya ilk gelişinde Ahilere ait bir misafirhanede konakladığını yine Vilâyet-nâme’den öğreniyoruz. Ayrıca, Kirmânî’nin, Menakib-i Evhadeddin-i Kirmânî adlı eserinde verdiği en önemli öğütlerden birisi de yolcu ve kimsesizlerin yedirilip içilmesi ve barındırılmasıdır.

Bacıyân-ı Rûm, Ahilikten Bektaşiliğe geçtiği söylenen “eline-beline-diline sahip ol” nasihatini, kadınlara “aşına-eşine-işine sahip ol” şeklinde değiştirerek devam ettirmiş ve bu kadın örgütüne özgü ahlaki davranışların temelini oluşturmuştur.

Askeriye

Bacı Teşkilatı’nın bir diğer faaliyet alanı da askeri eğitimlerdir. İslamiyet’in kabulünden önce kadınlar at binme ve savaş teknikleri konusunda ustalaşmıştır. Kadınlar bu becerilerini Bacıyân-ı Rûm örgütünde genç kızlara aktarmaya devam ederler. Özellikle Moğolların Kayseri’yi kuşattıkları dönemde bacılar, erkek ahiler ile birlikte kenti savunmak için kahramanca savaşmışlardır. Dulkadiroğulları Beyliği’nin binlerce kadın askerden oluşan birliklere sahip olduğu Âşıkpaşazâde’nin kitabında anlatılmaktadır. Bacıyân-ı Rûm örgütü görüldüğü üzere sadece bir meslek örgütü olmanın çok ötesindedir. Yukarıda saydığım işlevlerinin yanında bir tarikatın olmazsa olmazlarından olan dini ve tasavvufi bilgilerin aktarılmasına da büyük önem verilir. Elbette yine onların şeyhi olarak kabul edilen Fatma Bacı yol göstericileridir. Kadın erkek birlikte yapılan bu aktivitelere öncelikle Fatma Bacı’nın babası Kirmânî büyük önem verir. Ahilik artık pek çok şehirde gelişmekte ve ahilerin sayısı artmaktadır. Moğol işgali ve Anadolu Selçuklu Devleti’ndeki yönetim boşluklarının ortaya çıkışına dek bu gelişme devam eder.

Moğol istilası sırasında Kayseri’yi işgalden kurtarmak için ahiler yiğitçe savaşırlar. Son anda kentin içinden işbirlikçilerin de yardımı ile Moğollar şehri ele geçirirler. Yüzlerce kadın erkek ahi ya öldürülür ya da uzak ülkelere sürülür.

Moğol işgali sırasında öldürülenler arasında Ahi Evren de vardır. Fatma Bacı ise belki de babası Kirmânî’nin toplum üzerindeki etkisi nedeni ile öldürülmez ancak Irak’a sürülür. Uzun sürgün yıllarından sonra yeniden Anadolu’ya dönen Fatma Bacı farklı bölgelerdeki Bacıyân-ı Rûm örgütü üyeleri ile gizlice iletişim kurup faaliyetlerine devam eder. Değişik yerlerde yaşadığı ve evlilikler yaptığı söylenir. Son olarak Hacı Bektaş’ın himayesinde bugünkü Hacı Bektaş ilçesine yani Suluca Karacahöyük’e yerleşir ve orada da yaşamı sona erer. Hacı Bektaş tarafından yaptırılan mezarı da buradadır.

Rümeysa Çakır

İlgini çekebilecek diğer yazılar: